top of page

Arkadaş/ Maksim Gorki

Güncelleme tarihi: 4 Ara 2020

Dünyaca ünlü Rus yazar Maksim Gorki 19.yy yazarları arasındadır. Romantizmin bitişiyle birlikte başlayan realizmin etkisinde kalmış halkçı bir yazardır. Kitaplarında sıkça Sovyet ideolojisini desteklememekle birlikte Rus aydın tabakasında yer aldığı Sovyet kültür kurumlarında büyük bir kabul görmüştür. Uzun yıllar Avrupa’da yaşadı. Sonra Rusya’ya döndü. Bütün eserlerinde savaşın acımasızlığı, yıkıcılığı ve bireyin kurtuluşunun toplumsal kurtuluşa dönüşümü ana temel olarak verilmiştir.


Odessa limanında gündelik sekiz kapike çalışıyordum. Bir gün üstünü başını züppe gibi giyinmiş Kafkaslılara benzeyen birisine rastladım. Herkesin bir iş, bir parça ekmek için koşuşturduğu bir dönemde boş çay kutularının üstüne oturmuş elindeki sopayı kaval gibi tutarak etrafa boş boş bakan kişi dikkatimi çekti. Dört gün boyunca izledim. Bir gün dayanamayıp tanışmak istedim ancak üstüm başım perişan elim yüzüm kömür karasıydı. Biraz çekinerek karnı aç mı diye sorunca evet cevabını aldım elimdeki kavun ile bir parça ekmeği onunla paylaştım.

Üzerindeki modaya uygun giysisi, buharlı gemilerin, makine düdüklerinin, işçi bağırmalarının, telaşın olduğu, insanın sinirlerini ve duygularını öldürdüğü limanda onun varlığı anlaşılmaz bir şeydi.

Kavunla ekmeği yedikten sonra dostça elimi sıkıp teşekkür etti. Bende ona bir yakınlık hissettim. Adının Şakro Ptadze olduğunu, Kafkasyada zengin toprak sahibi Kutayisin tek oğlu olduğunu, ülkesinde demir yolunda çalışırken arkadaşı tarafından soyulduğunu ve kendisini soyan kişinin Batum üzerinden Odessa’ya geldiğini öğrendiği bu arkadaşını bulmak için bir berberin pasaportunu alıp Odessa limanına geldiğini ve parasının bittiğini hırsızı bulamadığını anlatır.

Daha on dokuz yaşında olan Şakroya inandım ve acıdım. Ona Batum’a götürecek bilet almak istedim param yetmedi. Sonra istasyondan bilet dilendim ve reddedildim. Ona para biriktirmek istiyorum ancak ben sekiz kapik alıyorum en az dört kişilik yemek yiyen arkadaşımla bana altı kapik anca yetiyor. O günler kıtlık günleriydi. Kırım’a köylüler akın akın geliyordu iş bulmak çok zordu ve gündelikler çok düşüktü. Arkadaşım ise hiç çalışmıyor ve çalışmak istemiyordu.

Onunla karşılaşmadan önce Kırıma gitmeye karar vermiştim. Kırım’a beraber yürüyerek gidecektik. Sonra Şakroyu Tiflis’e gönderecektim. Eğer ona yol arkadaşı bulamazsam ben onunla gitmeye söz verdim.

Arkadaşımla Herson’a vardığımda onun hakkında çok şey öğrendim. Karnı doyunca neşeli, acıkınca sinirli hayvan kadar ters bir kişiliği vardı. Kendisi prens olduğundan köylüleri hem çok hem de değersiz görüyordu. Kafkas halkının yaşantısının kurallarını biliyor ve onun dünyadaki tek doğru olduğuna inanıyordu. Kendisinin güçlü ve akıllı olduğuna inanıyor kendi kendisine doğru yolu bulacağına ve bunun içinde bir başkasının öğütlerine ihtiyacı olmadığını düşünen saf bir cahildi.

Kendisinin Hristiyan olduğunu, İsa’nın tanrı olduğu için Yahudiler tarafından çarmıha gerilince ölmediğini göğe yükseldiğini oradan tüm dünyaya yasalar gönderdiğini düşünüyordu.

Arkadaşıma evrensel kurallardan ne kadar bahsetmeye kalksam da reddediyordu. Çünkü kendisi kör bile olsa karanlıkta yolunu bulacağından emindi. Kendisine karşı her zaman dürüsttü. Aslında ondan nefret ediyordum. Ancak onunla anlaşacağımız yanlarımız olduğuna inanıyordum. Kırım’a yaklaşmıştık. Yeni bir limanın yapılmakta olduğu Feodosya’ya yöneldik. Prens gidince kendisinin de çalışacağını söyledi. Böylece kısa zamanda para biriktirip Batum’a geçecektik. Prens, Batum’da çok tanıdığı olduğunu bana bir iş, ev ve eş bulacağını çok mutlu olacağımı söyleyerek vaatlerde bulunmuştu. Çok yol yürüdüğümüz için üstü başı perişan olmuştu. Yeni elbisesini satıp eski elbise almıştı.

Sonunda Kırım’a varmıştık. Cebimizde hiç para kalmadığından etraftaki meyvelerden yiyerek karnımızı doyuruyorduk. Sonunda bir haftalık iş bulup parasını peşin aldım ve bütün parayı yiyeceğe verdim. Yiyecekleri Prense teslim ettim işe gittim. Geri döndüğümde hepsini yemişti. Artık ona kızamıyordum. Kafamda garip bir fikir olmaya başladı. Fikir ona sabırla katlanmamı sağlıyordu. Prensi tanımaya çalışıyordum. O serbestti ve beni köle gibi çalıştırıyordu. Bu onun güçlü kişiliği olduğunu gösteriyordu. Ona bakmamı istiyordu. Bazen kendini dilenci gibi gösterir birkaç kapik kazanırdı. Benimse kazancım ikimize özellikle yol arkadaşımın midesine anca yetiyordu. Her şeye rağmen onu bırakamazdım çünkü o, benim yol arkadaşımdı.

Sonbahar yaklaşıyor ve daha gidecek çok yolumuz vardı. Kırım’ında her tarafını dolaşmıştık. Kırım’ı arkada bırakarak Fedosya'ya geçtik. Böylece meyve yeme umutları da arkada kalacaktı.

Gece Aluştaya yaklaştık Şakro’yu deniz kıyısından gitmeye ikna ettim çünkü temiz hava güzel olurdu. Bir ara sessiz sessiz dua ederken Şakro bana bakarak kahkahalar ile gülmeye başladı. Benimle dalga geçiyor, hakaret ediyor, aşağılıyordu. Çok nefret ettim, kızdım ama onu bırakamazdım. O, benim yol arkadaşımdı.

Feodosya’da hayal kırıklığına uğramıştık. Bizden önce gelen Türk, Yunan, Gürcü ve serseriler bütün işi kapmış yaklaşık dört yüz kişilik grup aç ve işsiz bekliyordu. Her taraf serseri, köylü ve hırsızlarla doluydu. Bize de hırsızlık girişiminde bulundular. Ancak ucuz atlattık.  Şakro son zamanlarda kadınlardan söz etmeye başladı. Karşı cinsten birini görünce uygunsuz hareketler sarf etmeye başlıyor kadınlardan, cinsellikten açık açık konuşuyordu.

Bir gün bir kadının ondan hiçte alçak bir yaratık olmadığını anlattım. Bundan sonraki konuşmalarına birazcık mani oldum.

Kerç’e varmak için epey yürümüştük. Yolda grup grup insanlarla karşılaşıyorduk. O yıl Rusya’da çok kıtlık olmuştu. İnsanlar Kırım’a doğru göç ediyorlardı. Yolda karşılaştığımız açlıktan kemikleri sayılan çocuklar ve yaşlılar vardı. Prens kendisine ortak dilenci çıktığı için Ruslara çok kızıyordu. Kerç’e vardığımızda parasız ve açtık. Saatte epey ilerlemişti. Polise yakalanmamak için kuytu bir yerde kalmış iliklerimize kadar ıslanmıştık. Kerç’ten Taman’a gitmek için kayık kiralamamız gerekiyordu. Ancak paramız olmadığından kimse bizi karşıya geçirmiyordu. Prensin pasaportu sahte olduğundan polisten de kaçıyorduk. Sonunda gümrükten bir sandal çalıp karşıya geçmeye karar verdik. Fırtınalı bir havada son anda alabora olan kayığımızla karşıya çıktık.

Sandal dalgadan devrildiğinden bizimde her yerimiz ıslanmış olarak kendimizi kıyıya attık tam kurtulmuştuk ki üç büyük çoban köpeği karşımızda idi. Arkasında da çobanlar vardı. Neyse ki korkulan olmadı. Çobanlar bizi ateşin yanına götürdü. Ben bütün hikayemizi anlatınca bize yemek verdiler elbiselerimiz kuruyunca biraz yiyecek vererek yolcu ettiler. İçlerinden bazıları bizi Ataman’a ya da orman polisine teslim etmek istedi ancak yaşlı adam karşı çıktı. Bizde yolculuğumuza devam ettik.

Prens giderken gülmeye başladı. Nedenini sorduğumda bizi Ataman’a götürselerdi senin beni boğduğunu ve öldürmek istediğini söyleyip kendimi kurtarmak istedim dedi. Su içindeyken böyle düşünmüş ancak sonra düşüncesinin yanlış olduğunu anlamış. Sonra gülmesini keserek bana sen iyi bir adamsın dedi ve gidince bana ne gibi güzellikler yapacağını anlattı.

Yeni bir ahlak anlayışı ve yeni amaçları olan insanların büyük umutsuzluklarını düşündüm. Hayatın yollarından yalnız geçerler. Karşılaştıkları yol arkadaşları onlara katılır. Fakat onları asla anlayamazlar. Hayat bu yalnız ruhlar için işkencedir. Oradan oraya umutsuzca sürüklenirler. Havada uçuşan fakat pek ender olarak verimli toprağa düşen iyi tohumlar gibidirler.

Gittiğimiz yerde çok iş vardı ancak prens yine çalışmıyordu. Bir gün bahçede çalışırken sarhoş bir orospu ile geldi. Şakro ayakta duramıyordu. Kadın bana küfürler ediyor, Şakro'yu kandırdığımı ve parasını aldığımı söylüyor dediğimi yapmazsan Ataman’a gideceğini söylüyordu. Kadını sarhoş ederek ikna ettim ve uyuttum. Sabah erkenden Şakroyla yola koyulduk.

Yolda çok şiddetli bir yağmura yakalandık. Şakro çok korkmuş ancak ben çok mutlu olmuştum. Bağıra bağıra şarkı söylüyordum. Şakro birden beni yere yatırdı ve çok kızdı. Tanrının gök gürlemesiyle konuştuğunu söyledi ve arkasından kendisinin efendi, benim kölesi olduğumu, yol boyuncu her istediğini yapmam gerektiğini, Tiflise varınca ücretimi fazlasıyla ödeyeceğini söylüyordu. Ben ise gülerek dinliyordum.

Tiflise yaklaşıyorduk. Yaklaştıkça Şakro'nun morali bozuluyor yüzü asılıyordu. Yolda bir iki hırsızlık yapmış bu yüzden kavga etmiştik. Ona hırsızlığın kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Tiflis’e varınca arkadaşlarım beni bu halde görmesinler diye gece şehre girelim dedim. Ben bir Prensim Maksim diyordu. Akşam iliklerimize kadar işleyen soğuğa aldırmadan birer sigara yaktık. Ben sıcak bir evin ve sıcak yemeklerin hayalini kuruyor iken Şakro bana, Maksim sen burada biraz bekle ben arkadaşlarıma anne ve babamı sorup hemen geleceğim dedi. Dört aylık yolculuğumuzdan sonra Tiflis’e geldiğimizde Şakro gitti ve bir daha da hiç dönmedi ve ben onu bir daha görmedim. Ama onu hep iyi tarafları ile hatırlıyorum.




Comments


bottom of page